Yorgunluktan kendime gelmek için
yatınca geri kalkamıyorum. Kalkamayınca nöbet sonrası nöbette
öfori denilen bişey oluyor,
çok berbat bişi, nöbetin sonlarına
doğru yorgunluktan bayılacak gibiyken, nöbet bitiyor diye
seviniyorsun, ama boşuna, çünkü uyandıktan sonra yine nöbet
var, boşuna olduğunu bildiğin halde sevinmeden edemiyorsun, işe
bu boş boşuna, beyninin mantıksız olduğunu kabul ettiği halde
sevinmeye öfori deniyor. Bi tür dayak sonrası dayağın bittiğine
sevinmek gibi, ya da şiddetli bi karın ağrısından hemen sonra
karın ağrısının geçmesi gibi, ama tek farkla, yine dayak
yiyeceğini biliyorsun ya da yine karnının çok şiddetli
ağrıyacağını biliyorsun, ve sonsuza kadar sürecek bu iş.
Yorgunluk asla bitmez.
Ha eğer nöbetten sonra çok az uyuyup
kalkarsan, böyle düşünmeden mal mal baka kalıyorum, ne olursa
ona bakıyorum, mesela pencereden dışarı. Sanki herşey ölü.
Ölmüş herşey. Ölü olduğunu bildiğimiz halde neden
yaşadığımıza bi anlam veremiyorum. Sanki bu bilgeliğe en çok
yaşlı insanlar erişmiş. Bence bu hayatta takınacağımız en
uygun tavır, ölü gibi hareket etmektir, çünkü zaten öyledir.
"Peki ne yapmalı?" diye
geyik bi cümleye girişecek kadar mutluluğa sahip değilim. Hayat
böyle işte, açlıktan ölsen kimse sana ekmek vermez. Ekmek
arslanın artık midesinde. Çok ekmeğin olsa bile yiyemedikten
sonra, sürekli yorgun olduktan sonra neye yarar?
Mal mal pencereye bakmaya devam
ediyorum, eski kız arkadaşlarımın sevecen neşeli içtenlikleri
çok uzakta. Bir çift tatlı söz kalbimi tutuşturmaya yeter.