26 Temmuz 2012 Perşembe

yorgunluk - içimde


Yorgunluktan kendime gelmek için yatınca geri kalkamıyorum. Kalkamayınca nöbet sonrası nöbette öfori denilen bişey oluyor,
çok berbat bişi, nöbetin sonlarına doğru yorgunluktan bayılacak gibiyken, nöbet bitiyor diye seviniyorsun, ama boşuna, çünkü uyandıktan sonra yine nöbet var, boşuna olduğunu bildiğin halde sevinmeden edemiyorsun, işe bu boş boşuna, beyninin mantıksız olduğunu kabul ettiği halde sevinmeye öfori deniyor. Bi tür dayak sonrası dayağın bittiğine sevinmek gibi, ya da şiddetli bi karın ağrısından hemen sonra karın ağrısının geçmesi gibi, ama tek farkla, yine dayak yiyeceğini biliyorsun ya da yine karnının çok şiddetli ağrıyacağını biliyorsun, ve sonsuza kadar sürecek bu iş. Yorgunluk asla bitmez.

Ha eğer nöbetten sonra çok az uyuyup kalkarsan, böyle düşünmeden mal mal baka kalıyorum, ne olursa ona bakıyorum, mesela pencereden dışarı. Sanki herşey ölü. Ölmüş herşey. Ölü olduğunu bildiğimiz halde neden yaşadığımıza bi anlam veremiyorum. Sanki bu bilgeliğe en çok yaşlı insanlar erişmiş. Bence bu hayatta takınacağımız en uygun tavır, ölü gibi hareket etmektir, çünkü zaten öyledir.

"Peki ne yapmalı?" diye geyik bi cümleye girişecek kadar mutluluğa sahip değilim. Hayat böyle işte, açlıktan ölsen kimse sana ekmek vermez. Ekmek arslanın artık midesinde. Çok ekmeğin olsa bile yiyemedikten sonra, sürekli yorgun olduktan sonra neye yarar?

Mal mal pencereye bakmaya devam ediyorum, eski kız arkadaşlarımın sevecen neşeli içtenlikleri çok uzakta. Bir çift tatlı söz kalbimi tutuşturmaya yeter.