Anlamak istediğim gibi anlıyordum,
böylece mutlu olabiliyordum, bir zamanlar söylediklerini şimdi
düşünüyordum,
hayallerime doğru minnacık yaklaştırıyordu, alakasız olsa da, ama hala çok uzaktım hayallerime. Planlamadan her zaman can sıkıntısından yürüyerek yola çıktığım gibiydi, olacaklarla ilgili hiçbir şey düşünemiyordum, hiç bişey de olmazdı, çok uzaktan, yaşadığım bir rüyaya çok uzaktan akraba gibiydi sanki. Hayallerimle dalmışken, kendimle başbaşa kaldım. Artık olacaklar basitti. Yanlızdım. Ben de basit olmalıydım. Iki kelimelik cümleler düşünmeliydim. İstesem de karmaşık olamıyordum. Işık çok azalıyor.
hayallerime doğru minnacık yaklaştırıyordu, alakasız olsa da, ama hala çok uzaktım hayallerime. Planlamadan her zaman can sıkıntısından yürüyerek yola çıktığım gibiydi, olacaklarla ilgili hiçbir şey düşünemiyordum, hiç bişey de olmazdı, çok uzaktan, yaşadığım bir rüyaya çok uzaktan akraba gibiydi sanki. Hayallerimle dalmışken, kendimle başbaşa kaldım. Artık olacaklar basitti. Yanlızdım. Ben de basit olmalıydım. Iki kelimelik cümleler düşünmeliydim. İstesem de karmaşık olamıyordum. Işık çok azalıyor.
Ağzım açık kalmış ölmeden.
Koltukta oturuyorum. Tavanla duvarın birleştiği yerin az
yukarısına bakıyorum, gözlerim biraz kurumuş. Keşke perdeyi
açık bıraksaydım, güneş ışığı girerdi.
Şimdi düşünüyorum da, kendimi
sevmeliymişim. Hayat darbesini bi kaç kez vurmuştu, toparlanmak
kolay olmuyordu. Umut hep yoktu, kırıntıları vardı. O da, bazen,
nefes almayı sağlayabiliyordu. Acımasız gerçekler karşısında
yanlızdım, çaresizdim. Senin ilgin, sevgin, benim gördüğüm
yaşadığıklarım yalandı. Kendini bağımsız sanan biriydi
karşımdaki, halbuki kendini hissetmiyordu, hissettiği hislerini
kendi sanıyor, hislerine göre yaşamanın özgürlüğüne
inanıyordu, kendini hissetmediği gibi karşıdakini de hissetmiyor,
onun da hissettiği hislerini o zannediyordu, seni sevmeyen
insanlarda hissettiğini sandıklarına önem vermene hep
korkuyordum, böyle olunca kendi ve karşıdaki ruhun önemi
kalmıyordu, anlamı olmuyordu bir zamanlar sevdiği kişiye değer
vermiyorsa. Hayallerim doğrularım hipotezlerim yalandı. İki hayat
yalan oldu. Hiç beddua etmedim, bir zamanlarki inandığım yalan
şefkatin yetiyordu.
Hayat devam ediyordu. Sınavlar,
yanlızlıklar, canım sıkıldığı için bile intihar etmek
istediğim oluyordu, çalışmaya başladım, ilk defa para
kazanıyordum, yine sıkılıyordum, yine işe gidiyordum, yine hasta
bakıyordum. Seni gördüm. Gece karanlığında yürüyerek yola
çıkmıştım yine, hatırlamakta zorlandığım şehrin ışıkları
vardı. Sonra seni gördüm. Gerçek mi diye acaba diye yaklaştım, kol senin kolundu, narin, göz senin gözündü, yeşil, yine de emin olamadım.
Sonra beni gördün diye azıcık etkilendiğini zannettiğinden ya
da kızgın olduğundan birden kafanı çevirdin. Sendin. Bir
zamanlar beni sevdiğini sanıp üzülüyorsan, sanma, merak etme
beni hiç hissetmedin, sevdiğini zannetmen yanıldığın bir duygu.
Heralde en iyi sevme moduna girip kendini gaza getirip sevdiğini
zannetme güzellerde oluyor. Ben kızgındım. Gitmiştin.
Özlememişim seni, hayallerimdeki beyaz yüzünü, tatlı
gülümsemeni, en güzel yeşilinden gözlerini. Artık gecenin hep
başka yerde olan, hep neşesi nihayet burdaydı ama
neşelenemiyordum. Sarılmanı istemedim. Sonsuza kadar
sarılmayacağını biliyorsan, olmuyordu sarılmak. Hiç kimse
sarılmamıştı bana. Tüm canlılığımı, sevincimi, çabamı,
umutsuzluk çölünde umut seraplarımı, beni öldürdün. Sonsuza
kadar yoksun. Sonsuza kadar sana ulaşamayacağım, sonsuza kadar
çaresiz. Sensizlik neye benziyor biliyor musun, hiç bişeye. Senin
sıcaklığından sonra, hayatın soğukluğu. Yıkım. Sonra kaldım
öyle. Hayat devam ediyor hep. Yaşamayı en iyi ölüm anlatabilir.
Insan yürüyerek, ya da arabayla bi yere kadar gidebiliyor,
kendinden kaçamıyor ki. Sevmek yetmiyor.
Şimdi kafamı oynatamıyorum, sadece
duvarda bi noktaya bakabiliyorum. Ama yer altına inebiliyorum. Orası
biraz kasvetli. Garip sesler var. Orada zaman kavramı yok. Sadece
özlediklerimi bulup yanlarına gidebiliyorum. Tüm tanıdıklarım
var, ama cansızlar. Herşey cansız. Hayatın sonu. Ucu bucağı
olmayan ovalar, kahverengimsi grimsi gökyüzü. Tek başımayım.
Uzaklarda bir gül bahçesi buluyorum. Büyük gül ağaçları,
boyumu aşmışlar, yaprakları kurumuş rengi açılmış, sapı
sert, hafif eğsen kırılıyor. Çiçeğin yaprakları kuruyup
küçülmüş, kan rengi gibi koyu. Taç yaprakları açık süt
renginde, rüzgardan bile kırılıp ufalanıyor. Bu güller kimseye
verilmemişler. En düzgün, goncadan biraz daha açılmış olandan
bir tane alıyorum. Seni arıyorum. Eğiliyorum, arkamda sakladığım,
ölü gül sunuyorum sana.